Elektrikli arabalar – Dünyanın gördüğü en büyük dolandırıcılık mı? Bunu düşünen var mı?
Düşünün o zaman bütün arabalar elektrikli olsaydı eğer, kar fırtınasının soğuğunda eve dönüşte sıkışan o trafikte üç saat kalsalardı, bataryalar tamamen biterdi çünkü elektrikli arabaların temelde ısıtması yoktur.
Ve bütün gece sokakta mahsur kalmak, pil yok, ısıtıcı yok, cam silecek yok, radyo yok, gprs yok, batarya bom boş, hoş olmasa gerek. 112’i arayıp acil destek isteyerek kadınları koruyabilirsiniz ama oda ne onlarda yardıma gelemezler. Geleceğimiz, çocuklarınızı koruyalım bari desek size yine kimse yardıma gelmez çünkü tüm sokaklar kapalı ve tüm acil destek araçları da muhtemelen elektrikli. Yollar, sokaklar binlerce boş araba tarafından kapandığında hareket edememekte cabası.
Piller yerinde nasıl şarj edilebilir?
Ülkemizde özellikle bayram gidiş/dönüşleri ve o sıcak yaz tatillerinde de kilometrelerce araç kuyrukları oluştuğunda elektrikli araçlar yine büyük sorun.
Elektrikli arabada böyle bir trafik de klimayı devamlı açık tutmak da çok mantıklı olmaz. Aaa yine aynı problem, hop pilin bir anda biter.
Elbette hiçbir politikacı ve sözüm ona araştırmacı gazeteciler bu konu hakkında hiç konuşmaz ama sanki bu sürecin sonunda öyle veya böyle olacağı bu gibi duruyor..
Çünkü bu pil olayı ciddi ciddi çok büyük problem, günümüzde tüm dünya da müthiş bir hızla
sağlıktan, eğitime, bilimden, nano teknolojilere kadar her alanda çok hızlı bir şekilde gelişen teknoloji maalesef yüz yıldır bu batarya konusunda kaplumbağa hızında ilerlemeler kaydedebiliyor.
Elektrikli araçlar, scooter ve bisikletler yeni bir teknolojik gelişme değil.
Aksine; İlk geliştirilen araçların bir çoğu zaten elektrikli idi işte insana o dank ettikten soru burada geliyor peki ne oldu da geliştirilen bu elektrikliler o aşamada durdurup yüz yıl sonra tekrardan popülerleşip kullanmaya başladık?
Cevap küresel elitlerin aç gözlü petrol ticareti buna sebep olmuş olma ihtimalide göz ardı edilemez ama asıl ana sebep bu teknolojileri devam ettirip,altını dolduracak o bataryalar sürdürülebilir bir stabil çalışma sağlamıyordu. Yani anlayacağınız problem şarj sorunları idi.
Bataryalı ürünlerin sürdürülebilirliği konusunda hep sıkıntı yaşamamız da işte o gün bugün aynı bu sebepten ileri gelmekte. Tuşlu telefon günlerinde cebimizde birer bilgisayar taşıdığımız bu günlere hepimizin de yakinen deneyimlediği sorun da bu bataryalar ve şarj problemleri değil mi? 🙄😃
Bizim böyle dört nala dijital dönüşüm furyası ile teknolojiyi yakından takip etmekle övünür halimiz devam ededursun.
Akıllı ev, akıllı karı, otonom araba, zeki süpürge ile başlayan furya iletişim, eğitim, finans ve askeri teknolojileri daha çok enerjiye bağımlı hale getirdi.
Şimdi sadece hayal edin;
Her zaman ki gibi işe gitmek için sabah kaldığınız bir sabah her yıldız gibi Güneşimiz de özünde devasa bir güç reaktörü; tıpkı bir nükleer santral gibi… Güneşin enerjisi, çekirdeğinin derinliklerinde üretiliyor. Burada sıcaklık 15 milyon dereceyi bulabiliyor ve basınç da o kadar yüksek ki, çekirdekte bolca bulunan hidrojen atomları birbirine kaynaşarak helyum atomlarına dönüşüyorlar. “Füzyon” dediğimiz bu çekirdek tepkimesi, etrafa muazzam bir enerji saçıyor. Bu enerjiyi taşıyan fotonlar, Güneş’in çekirdeğinden yüzeyine doğru yayılmaya başlıyorlar. Çekirdekteki füzyondan saçılan bu ısı dalgaları yüzeye yaklaştıkça “konveksiyon hücreleri” dediğimiz bir girdaba dönüşüyorlar; tıpkı ayaklarımızın altındaki magmanın benzer akıntılar yoluyla üzerindeki plakaları kaydırması ve depremlere veya volkanik faaliyete sebep olması gibi…Güneş’in içinde yaşanan ve proton ile elektron gibi bol miktarda yüklü parçacık da içeren bu girdap, Güneş yüzeyinin altında döndükçe, muazzam manyetik alanlar yaratıyor. Eğer manyetik alan yeterince güçlüyse, bu alanlar kimi zaman Güneş yüzeyini delip geçebiliyor ve fışkıran bu plazma yüzeyden uzaklaştıkça, Güneş yüzeyinden fışkırdıkları bölgeleri soğutuyor. İşte “Güneş lekeleri” olarak bilinen siyah noktalar, aslında Güneş yüzeyinde çevresinden daha soğuk olan bu bölgeler. Bu plazma fışkırması yeterince sündüğünde daha fazla dayanamıyor ve lastik bir bant gibi kopuyor. Bu durumda, “güneş patlaması” dediğimiz bir olay yaşanıyor. Bu patlama, iki şekilde olabiliyor: Eğer Güneş civarında kalan ve fazla uzaklaşamayan bir atım yaşanacak olursa buna “Güneş parlaması” diyoruz. Ama bazen, “koronal kütle atımı” adı verilen çok daha şiddetli bir olay yaşanıyor. Bu olay sırasında birkaç milyar ton kütleye sahip plazma, Güneş yüzeyinden büyük bir şok dalgasıyla fırlıyor ve rastgele bir yöne doğru savruluyor. Güneş’ten ayrıldıktan sonra “Güneş fırtınası” veya “Güneş rüzgârı” adını alan bu fışkırmalar Dünya’ya dönük bir şekilde yaşanacak olursa, Güneş’ten çıktıktan 3-5 gün kadar sonra nihayet gezegenimize müthiş bir hızla çarpıyorlar (Güneş’in ışığı bize 8 dakika 20 saniyede ulaşıyor; ama Güneş rüzgarları kütlesiz fotonlardan oluşmadığı için ışık hızından çok daha yavaş ilerliyorlar).Normalde bu parçacıklar bir gezegene çarptıklarında, zaman içinde atmosferini süpürüp atabilecek kadar enerjik olabiliyorlar. Hatta Merkür ve Mars gibi gezegenlerin bu tür bir süreç sonucunda bugünkü “ölü” hallerine dönüştüğü düşünülüyor. Ama iş Dünya’ya geldiğinde, solar rüzgarların etkisi çoğu durumda önemsenmeyecek kadar az oluyor. Bunu, manyetosfer dediğimiz manyetik alanımıza borçluyuz. Gezegenimizin Güneş’in yüzeyinden bile daha sıcak olan çekirdeğinin ürettiği güçlü manyetik alan, üzerine düşmeye çalışan yüklü parçacıkları savuşturarak (genellikle kutuplara doğru) dağıtıyor. Eğer gezegenimizin manyetik alanı olmasaydı, bu yüksek enerjili ve yüklü parçacıklar atmosferimizi söküp atardı ve hepimiz ölürdük.
Şimdi ölmediğimiz, dünyanın manyetik alanının savaştığı ve kısmen başarılı olduğu bir senaryo düşünelim bu oluşan manyetik etkileşim nedeni ile tüm dünyada elektronik hiç bir cihazın çalışmadığını!
Nasıl bir Dünya ile karşılaşırız?
Allah bizim belamızı vermiş olabilir, sonuçta hak etmedik sayılmaz.
Yada?
Klaus Schwab 2020 yılı mayıs ayında, İsviçre Davos’ta “Büyük Reset”i tanıtarak Prens Charles’ı kürsüye davet etti. “Büyük Reset”in neden gerekli olduğunu anlatan Prens Charles, küresel iklim değişikliğinin gıda üretiminde azalmaya yol açacağını, artan dünya nüfusunun
ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için kaynakların doğru kullanımının şart olduğunu bunun için de yeniden yapılanmanın gerekliliğini dile getirdi.